18.5.14

tanrı kalp ben.



Yalnızlık buzsuz rakı. Tuzsuz tekila. Tatsız şerbet. İzsiz kan.

Ensene bir kene gibi yapışmış. Ne zaman çıkaracak olsan bir telefon, bir kapı zili, bir muhabbet, bir rastlantıyla susuverir bir anlığına. Kanarsın.

Yalnızlık güler.

Nasıl da çocuğuz. Her şeyimiz kayıp. Anne, nerede en sevdiğim oyuncağım. Ses yok.


Artık bir şey kaybolduğunda sorulacak kimse yok. Kaybolan şeyler de kanepenin altından çıkacak gibi değil.
Canımız çekiliyor. Ruhumuz yenik. Gıcır gıcır bir hayatın altı çürük. Kendimizin üstüne ev kurduk.

Ne zaman yıkılır belli değil. Hep tetikte. Hep emniyet arayışı. Kim koruyacak kimi.

Kötü bile sahibini arıyor. Köpekler üzgün. Sokaklar çığlık özlemekte. Ah bir ses.

Ne kadar fazla artık gülen bir yüz. Her şey daha kötüye yolunu çizmiş, kararlı. Durduramıyoruz.

Biz bizim değiliz ki. Duramıyoruz. Bütünüyle çıkamıyor, hem dahil olamıyoruz. Zaman kötü.

Zaman her zaman kötüydü. Kim memnun ki dünyadan. Sıkıştık kaldık. Herkesin anıları birikmiş.

Yeni bir şey yok. Varsa da konuşulacak gibi değil. Ah büyüdük be bücürük.

Sen dönerci çocuğuydun, şimdi de arabada köfte satıyorsun. Hangimiz daha iyi olduk.

Hey gidi Ayşe. Sen de babanı çok küçük yaşta yitirdin. Evinizin damındaydı, canını alan otomobilin parçaları.

Sizden öğrenmiştim kaşık tutmayı. Halbuki siz fakirdiniz değil mi. Şimdi zengin olmuşsunuz.

Kaşık tutuyor musunuz hala. Simitçi amca ölmüştür. Zaten çok yaşlıydı.

Yaşıyorsa da yaşamak değildir yaşadığı. Ben çok güleç bir çocuktum o zamanlar.

Bana göre her şey öyle mükemmeldi ki. Bir mahalleye sığardı. O kadardı.

Ne zaman büyüdü, genişledi, bir büyük şehire taşıdı bizi, o zaman anladım, yeniden, yeniden yapmam gerekecek, her zaman, her gittiğim yerde, her şeyi.

Ah annem. Sen ne kadındın. Ne kadar sevdin babamı. Bütün dünyayı omzunda pışpışladın. Dünya da büyüdü, biz de.

Ah babam. Ölecek kadar yaşadın mı. Dev gibiydi ruhun. Oralara sığdı mı. Ben biliyordum işte. Anlamıştım o büyük şehire taşındığımız gün, daha yolda anlamıştım, bir gün hepinizi kaybedeceğimi. Bu yüzden hep beraberken, mutluyken, hüzünlenirdim ben, kaçardım başka bir odaya. Bu anı yaşamayayım ki, özleyemiyeyim diye. Şimdi kaçacak oda yok. Duyulacak kahkaha yok. Her sözün sonu kırgınlığa varıyor. Her kalabanın sonu yalnızlığa. Her kahkaha ağlamaya. Ne yapacağız be tanrım. Biz ne yapabiliriz ki, iyi insan olmaktan başka. Ne yapabildik. Elimizden ne geldi. Gelen gitti elimizden. Ellerimiz boş kaldı. Biz de bari boşa gitmesin boş ellerimiz diye duaya verdik kendimizi. Bilmiyorum bize bahsettiğin o yer nasıldır. Gerçekten yaralarımızı dindirir mi. Bir gün ölürsem anlarım belki. Belki de o kaçtığım yan oda gibidir. Ama artık hüzünlü değildir belki, siyah beyaz fotoğrafların içinde kalan o gençliğimiz gibi. Sen biliyorsun artık. Anlatmaya da çalıştın. Ama burada ölüyor insanlar. Ölen kendisini götürüyor. Bize yası kalıyor. Nasıl anlarız. Anlayamıyoruz. Bu dünya için sizin gidişiniz, sizin için bizim kalışımız hüzünlü. Her şey boşa doluyor. Doluya boşalıp taşıyor. Boşa akıyor. Sinir bozukluğuna varıyor her şey. Bozukluğun böylesi bütünletilemiyor. Herkes çocuğum sanki. Sanki herkes benim sorumluluğumda. Biliyorum kızıyorsun tanrım. Biliyordun, kızacaktın. Kızacağını bile bile yarattın. Ben ne bileyim. Ne diyeyim şimdi. Zor işte. Belki ağlıyorsundur halimizi gördükçe. Ne olur ağlama. Bir de senin için üzülmeyeyim. Ah tanrım. Sana kızamıyorum artık. İyi ki varsın be. Sen olmasan ne yapardık şu boş ellerimizle. Hiç değilse dua ediyoruz ölmüşlerimize. Başka ne yapabiliriz ki. Hiçbir şey yapamıyoruz. O halde iyiki de boş. Teşekkürler tanrım. Bu yalnızlık, sadece bu yalnızlık akıllandırır, sadece bu yalnızlık sonlandırır bizi. İyi ki varsın. İyi ki yaşattın. İyi ki öldüreceksin hepimizi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder